Öncelikle röportaj teklifi kabul ettiğin ve yaz köşesi röportajlarımın bu haftaki konuğu olduğun için teşekkür ederim.
Sevgili Biricit, benim sana teşekkür ederim beni röportaj yapmaya layık gördüğün için.
(Ben ünlü mü oluyom şimdik diye heyecanlandım ve neredeyse nefesimi yutacağım... yaaa üstüm başım berbat.. saçlarımı da yaptırmadım.. keşke bir süslenseydim.. gören olur mu acaba? Hani teknoloji gelişti ya gizli saklı bir kamera yok di mi bu röportajda..?)
(yok canım kamera yok:))
Dayatmalarda Kayboluş'un yazarı Dayatılanlarda Yaşayan kimdir,blog açmaya nasıl karar verdi?Blog dünyasına adım atmanda neler etkili oldu?
Dayatılanlarda Yaşayan.. bir çocuk, bir genç kız, bir kadın, bir anne, bir kadın, bir arkadaş, bir abla, bir kardeş, bir çalışan, bir çalıştıran, bazen baş kaldıran, bazen baş eğen, bazen umutlu, bazen umutsuz, bazen hüzünlü, bazen neşeli, bazen cesur, bazen korkak, bazen iyi, bazen kötü, bazen becerikli, bazen beceriksiz, bazen akıllı, bazen aptal, bazen aç, bazen tok... kısacası sadece yaşam denilen yolda düşe kalka yürümeye çalışan herkes gibi sıradan bir birey..
Yaşamın içerisinde yürümeye çalışırken gördükleri ve yaşadıklarını sorguladığında gördü ki her şey göreceli ve değişken.. Bunu farketmeye başlayınca bu göreceli ve değişken kavramlar yüzünden insanların birbirlerine eziyet etmelerinin anlamsızlığını kavradı. Don Kişot gibi yel değirmenlerine savaş açmaya karar verdi.. sessiz bir savaş.. yalınbir savaş.. tek silahı kendi direnme gücü olan bir savaş.. insanları sadece yalın bir insan olarak görebilmek için savaş.. aslında sadece kendisi ile girdiği bir savaş..
Blog açmaya çok ani olarak karar verdim.. bir gece oturup da blogları okurken karar verdim..
Yazmayı seviyorum, neden bir blog yazmayı denemiyorum diye düşündüm.. Yarım saat kadar sonra blog vardı ve ilk yazımı yazmaya başladım..
Gerçek kimliğimi gizledim. Çünkü;
Yaşam bana, önyargılar nedeniyle bir çok gerçeği duymayı ve görmeyi red ettiğimizi öğretti.. Yaşamım boyu önyargıları kırmaya çalıştım.
Belki de sanal aleme girmeyi bu yüzden istedim, henüz tam bilmiyorum...
Tuşların ardındakini bilmediğimiz sürece, sadece tuşların kelimelere döktüklerini görüyoruz ve onları yargılayabiliyoruz. Çirkin, güzel, sıska, şişman, uzun, kısa, zengin, fakir, manikürlü, nasırlı, farklı, sıradan, vesaire.... olan her şey sadece kelimeler oluyor.. O kelimelerden etkileniyoruz. Yazarın kimliği veya görüntüsü veya simgeledikleri örtmüyor kelimeleri.. Ben kelimelerimin gücünü, kelimelerimin sesini duyurmak istedim.. Önyargıları kırmanın bir başka versiyonunu denedim diyelim..
İlk yazında da belirttiğin gibi, bir doğumla basladın blog dünyasına adım attın, peki blog dünyasını sevdin mi?Kendini nerede görüyorsun?
Blog dünyasını sevdiğim için yazmaya devam ediyorum ve her geçen gün daha bir seviyorum.. Blog olgusunda, en çok özgürlük hoşuma gidiyor. İstediğim an, istediğim konuda istediğim formatta yazabilmek özgürlüğü..
Blog dünyasında ben daha çaylağın çaylağı konumundayım. Henüz bir yer edinmiş olarak düşünmüyorum kendimi. Daha uzun bir süreye ve öğrenerek gelişmeye ihtiyacım var. Eğer süreç içerisinde, olması gerektiği gibi, fikirlerimi, yazılarımı, stilimi ve kendimi geliştirirken, monotonlaşmaz ve güncel kalmayı becerebilirsem bir yer edinmem olası olabilir. O zaman bile kesin değil çünkü benim kendime göre doğru yaptığımı düşündüklerim başkalarına göre yanlış olabilir ve ben başardığımı düşünürken bir bakmışız Dayatilan ölmüş..
Ama bugün için blog dünyasının kapısındayım.. daha içeri girmiş bile değilim.. henüz umutlarımı yitirmedim o yüzden Dayatilan yaşamaya devam ediyor..
Bana göre ne çok yazmak, ne uzun yıllar blogun açık kalması, ne çok tıklanma , ne de kısa sürede ünlü olmak blog dünyasında yer edinmiş olmak demek.
Eğer insanlar için,
benim kelamlarımı okumak bir alışkanlık haline gelmiş ise,eğer bir arkadaşına bir konu anlatırken benim sayfamdan bir örnek vermek ilk aklına gelen olmaya başlamışsa,
benim sayfalarımı okuduğu zaman üzerinde düşünüyor, kafasına takılıyorsa bazı kelimelerim, yorum yaparken karşı tezler veya farklı versiyonlarda tezler üretmeye başlamışsa...
beni daha fazla düşünmek zorunda bırakıyorsa..
genelde kadın gözü kullandığım konularda, farklı kadın kişilikleri ve farklı erkek bakışları getirmeye başlamışlarsa..
kelimelerimin ve düşüncelerimin gelişmesine yol açıyorlarsa...
ve süreç içerisinde,
özellikle okuyucularımın tavsiyeleri ile gelen okuyucu sayım artıyorsa...
Hani bir kitap evine girip özellikle bir yazarın kitabını arayıp almak ve okuduktan sonra arkadaşlarımıza okuman gerek çok güzel dediğimiz gibi..
işte o zaman ben blog dünyasında gerçek bir yer tutmak yoluna girmişim diye düşünürüm...
Bu benim düşüncem, benim bakış açım, benim hayalim, benim ulaşmayı arzu ettiğim hedefim.. çünkü ben kelimelerimi, severek okuduğum yazarlar kadar olamasa da zevkle okunacak kadar geliştirmek istiyorum..
Başkaları elbette farklı düşünecektir, farklı hedefleri, farklı hayalleri olacaktır.. Dolayısı ile onların blog dünyasında yer edinme tasvirleri de, kendilerini gördükleri yerleri de farklı olacaktır.
Sosyal konularda yazmanın nedeni nedir?Sonucta bir kadınsın belki moda hakkında yada makyaj-kozmetikle ilgilide bir blogun olabilirdi?Neden sosyal konuları seçtin?(tüketim çılgınlığına karsıyız buradan sosyal mesacımıda vereyimde)
Sosyal mesajına bayıldım.. kesinlikle arkanda yürümeye hazırım...
Aslında ne yazayım nasıl yazayım hangi konuda yazayım diye düşünmedim.. benim kendimi bildim bileli sorgulama huyum vardır.. 'neden, nasıl, niçin, farklı olabilir mi..?' sorularının cevaplarını bulmak benim en sevdiğim bulmaca oyunumudur.. Kendi başıma hiçbir alet edavata ihtiyaç duymadan kafatasımın içindeki gri hücrelerim ve sinir sistemim sayesinde oynadığım bir oyun..
Yaşamın kendisini olduğu gibi kabullenmenin oyunu.. yargılamadan kabullenme oyunu.. Benim için yaşamın kendisi herşeyin cevabı .. geri kalan her şey onun sadece bir küçük parçası.. ben yazarken de yaşamın parçaları üzerine yazıyorum.. yeri gelir modaya değinirim yeri gelir ojeden bahsedebilirim.. yeri gelir savaşa karşı direniş yazarım..yeri gelir geleneklere baş kaldırırım.. yeri gelir gelenekleri överim... belki bir gün kafayı yerim... onu da yazarım.. İçimden geleni yazmayı seviyorum.. etkilendiklerimi yazmayı seviyorum.. kendimi tek bir konu başlığı ile de sınırlamak istemedim.. sonuç da bu oldu galiba..
Sizlerden 'sosyal içerikli' tanımlamasını duydukça şaşırdım bile.. Şikayetçi miyim.. değilim.. demek ki bebeğimin kişiliği buymuş..zaten hiçbir zaman bir anne çocuğunu kendi kafasına göre formatlayamıyor. anne çocuğunu ne kadar çimdiklese de, nasihat etse de çocuk ille de kendi kişiliğini buluyor büyüdükçe.. ben de çocuğumu her şekliyle seviyorum.. Bakalım daha büyüdükçe kişiliği daha nasıl gelişecek.. hani vatana millete hayırsız olmasın da... gerisi kabulüm..
Birazda blog dedikodusu ve geyiği yapalım:) Mim yazılarını sevmiyor musun,bloglar arasında birbirimizi mimleyip o konu hakkında yazdığımız sevimli mimciklerimizi:)Ayrıca bi sorum daha olacak,aslında çok esprili ve esprileri kaldırabilen birisi olduğunu biliyorum blogtan tanıdığım kadarıyla,blog dünyasında sevmediğin hoşlanmadığın bloglar var mı,yada asırı derecede sevdiğin ve örnek aldığın bloglar?Yazılarını nasıl bir ortamda hazırlıyorsun?
Dedikodu baldan tatlıymış derler.. ehh ben de tatlıları severim hani.. hiç dayanamam..
Mim yazılarını sevmek veya sevmemek diye bir sorunum yok.. sana takılmayı seviyorum..
Aslında yazarken de okurken de eğlendiğim oluyor... İstemesem kim zorla yazdırabilir ki..
Mim aktivitesi, bloggerlar arasında, insan doğasının gereği bir sosyal ilişki kurma amacı taşıyor diye düşünüyorum.
Ben sadece Mimleme aynı çevre içerisinde kalmasın istiyorum. Aynı Mim aynı isme birakaç kişiden birden gelebiliyor.. sonra da geri gidebiliyor.. sanki belli bir gurubun içerinde dönüp duruyor. yeni halkalar eklesek belki de hiç tanımadığımız yeni bloglar keşfedeceğiz.
Mim aktiviteleri sayesinde blogların dayanışma gücünü artırabilmek çok olası. . genişleyelim büyüyelim ve büyütelim istiyorum.. daha çok insan yazsın.. daha çok insan okusun.. daha çok insan geleceğin dünyasına girsin istiyorum.. Mim konusunda başka söyleyebileceğim bir şey şu anda aklıma gelmiyor..
Blog dünyasından sevmediğim bloglar ve sevdiğim bloglar diye isim vermeyeyim ama şöyle söyleyeyim.
Sevmediğim bloglar ; copy-paste tabir ettiğimiz işler yapanlar. Bu bana kolaycılık olarak geliyor.. Amaçları blog yazmak değil de sosyal bir ortamın parçası olmakmış gibi geliyor.. Bu tip aktiviteler için farklı bir çok alternatif var kullanabilecekleri. Onları kullansalar belki daha verimli olacak kendileri için.
Etkilenmek, örnek almak olayı çok başka..Bunu copy-paste gurubu ile asla bir araya koymam, koyamam da.. Bu kategoridekilerin çok güzel işler yaptıkları hatta bazıları için 'boynuz kulağı birkaç defa geçti' demek olası..
Özgün olan ve kendisini sürekli geliştiren dinamik bloglara bayılıyorum..
Ojeden de , Modadan da, bir filmden de, bir sevgliden de, bir kitaptan da, bir sokaktaki taştan da, bir yemekten de, bir tutam tuzdan da bahsetseler sosyal bir işlevleri var ve özgün bir biçimde dünyayı güzelleştiriyorlar..
Çok sayıda örnekleri var ve ben onları okumaktan çok mutlu oluyorum..
Tadında olan şakalara bayılırım, hayatı asık yüzle yaşamak çok zor diye düşünüyorum.. insan kendisiyle dalga geçebilmeli.. hayata nanik diyebilmeli diye düşünüyorum.. Kişiliğe hakarete varmadıkça, küfürsel özellikle taşımadıkça her tür şakaya, müzipliklere kapım hep açıktır ve yapmayı da severim.. Ama karşımdakinin alınmadığından, üzülmediğinden emin olmam gerek.. Kimi insan hassas olabiliyor, alınganlık gösterebiliyor..
Blog yazmaya yeni başlayan blog yazarı arkadaslarımıza önerilerin var mı?Bu arada sen benden eski bir bloggersın 19 Kasımda başlamıssın blog hayatına,ben 24 Kasımda basladım:) Ve son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersin?
Bundan böyle blog ablanım demek ki... büyük olduğuma göre saygı isterim.. öyle habersiz çat kapı mimleyemezsin demektir bu....:) (şaka şaka.. alınma bea)
Bak işte, blog dünyasının başarılı örneklerinden birisi, senin Yasemin Kokulu Blog'un. Özgün olmak, insanlara değer vermek ve tek tek her bir okuyucunla ilgilenmek, içten bir samimiyet ve pozitif duruş sergilemek gibi özelliklerinle hızla popüler oldun.. Hiçbir yüz mimiklerinin yansıtılamadığı tuşlar gibi soğuk nevalelerden bile sımsıcak insan halin i yansıtabiliyorsun ve çok seviliyorsun.. Bunu koruduğun sürece inan sen blog dünyasında çok iyi bir yer edineceksin.
Yeni başlayan arkadaşlara da bunu tavsiye ederim.. Özgün olsunlar, yazdıkları konusunda bir fikirleri olsun, samimi olsunlar ve okuyucuya değer versinler.. ve bol bol okusunlar.. gerisi kendiliğinden gelir.. sabır işidir bu iş.. nasıl popüler olunur kısmını ise sen anlatmalısın .. tecrübe sende..
Son olarak ne söylemek isterim...? Niye son sözüm olsun..? Anladıııım... bu röportaj için son söz.ümü istiyorsun...! (Bazen böyle algılama problemi olabiliyor işte )...
Kendimizi ve birbirimizi, eksileriyle artılarıyla sevmeye ve değer vermeye emek verelim.. Önyargılarımızı kırmaya emek verelim.. Yaşam çok kısa ve çok güzel onu daha fazla çirkinleştirmeyelim. İster blog yazabilelim ister yazamayalım... farketmez... ama insanlığımız yaşamı farklı kılar..
Ve, en önemlisi... unutmayın , Biricit'i tanımak demek bir ayrıcalıktır..
Kendisine tekrar teşekkür ediyorum bana bu fırsatı verdiği için.
Sizlere de şu ana kadar okumak için harcadığınız zaman ve gösterdiğiniz sabır için teşekkür ederim...
Ben sana çok teşekkür ederim Dayatmalarda Kayboluş.Seninle röportaj yapmak benim için onurdur.Hep sevgiyle kal çok keyifli oldu benim için bu röportaj.Dayatmalarda Kayboluş'un bloguna buradan http://dayatmalardakaybolus.blogspot.com/ ulaşabilirsiniz arkadaşlar çok güzel yazıları var beni benden alıp götürüyor..Ayrıca röportajımızın sonunda kendisi çok hoş bir jest yaptı bana bir hikayesini gönderdi,teşekkür ederim.Yayınlamak benim için şereftir.Bir başka Yaz Köşesi Röportajlarında görüşmek üzere..
Esmer Çocuk
Köşede bekleyen kardeşlik..
Esmer yüzünde yıldızlar gibi parlayan iri kara gözleriyle mutlulukla baktı. Küçük kıza bir şey olacak, yetişemeyecek diye çok korkmuştu. Küçük kız da korkmuştu.. Düşerken dizlerini çarpmıştı biraz acıyordu.. Üstü başı da çamur olmuştu.. O yüzden ağlayıp duruyordu.
Esmer çocuk, yanıdaki torbadan bir paket kağıt mendil çıkarttı çabucak açtı.. Kızın ellerine ve üstüne bulaşan çamurları olabildiğince temizledi. Küçük kızın ağlaması da durmuş onu izliyordu.
Canı biraz acıyordu. Teşekkür etti çocuğa. Okula gidiyordu. Yağmur yağdığı için çamurlanmıştı yollar. Caddeyi geçerken acele etmişti araba gelecek diye ve ayağı kayıp düşmüştü. Arabanın yaklaştığını görmüş, ama sırtındaki okul çantasının ağırlığını ayarlayamadığından kalkerken yine düşmüştü. Gözlerini kapatmıştı arabayı görmemek için. Sonra bu Esmer çocuk onu kucaklayarak kaldırıp kurtarmıştı.
Esmer çocuk evine götürmeyi teklif etti. Küçük kız kabul etti. Esmer çocuk kızın üstündeki paltosunu düzeltti, başlığını güzelce taktı, sonra kendi torbasını aldı. 'hadi bakalım tut elimi gidelim' dedi. Küçük kız sordu 'senin palton nerede? Ben beklerim git al, üşürsün' Esmer çocuk paltosunun olmadığını ama üşümediğini söyledi. Küçük kız elini uzattı. Esmer çocuk elini sıkıca tuttu, bir daha düşmesin diye.
Sımsıkı tutan elin sahibine duyduğu güvenle yol boyu bıcır bıcır konuşmuştu küçük kız. Esmer çocuk elinde tuttuğu bu küçük elin sahibinin korunmaya olan ihtiyacı karşısında kendisini çok güçlü büyük bir adam gibi hissetmişti. Oysa henüz oniki yaşındaydı. Yolda küçük kıza bir gofret aldı kağıt mendillerin satışından kazandığı paranın bir kısmı ile. Gofretin paketini özenle açmış eline tutturmuştu.
Küçük kızın evi yakındı. Birinci sınıfa gidiyordu. Bir tane bebek kardeşi vardı. En çok babasının yılbaşında hediye ettiği bebek eviyle oynamayı seviyordu.. Okula gitmeyi de çok seviyordu.. orada bir sürü arkadaşları vardı.. 'Sen kaçıncı sınıftasın?' diye sorduğunda Esmer çocuk cevap vermedi. Küçük kız onun suskunluğunu umursamadan devam etti anlatmaya, aklına ne geliyorsa..
Küçük kızın evinin kapısına gelmişlerdi. Esmer çocuk, küçük kızın işaret ettiği zile bastı. Apartmanın kapısı açıldı. Küçük kızın içeri girmesini bekledi. Arkasından el salladı. Sonra herzaman beklediği, küçük kızın düşüşünü gördüğü köşesine doğru gitti..
Küçük kız her okula gidişinde ve dönüşünde Esmer çocuğun köşesine bakıyordu. Orada olduğunu gördüğü zaman yanına gidiyordu. Esmer çocuk parası olduğu zamanlar ona bir simit veya gofret alıyordu ve yolda elini tutup götürüyordu gideceği yerin kapısına kadar..
Esmer çocuk yapayalnız hayatında küçük kız kardeşi olarak kabullenmişti küçük kızı. Ailesi yoktu. Sokaklarda yaşıyordu. İlk defa kendisini yanlız hissetmiyordu.
O gün, küçük kıza sevdiği gofretten almıştı yine. Küçük kız okuldan çıkınca yanına geldi. Esmer çocuk gofreti verdi. Küçük kız her zaman olduğu gibi sevinçle aldı. Okulda olanları anlatırken evine doğru yürüdüler.. Yine elele tutuşmuşlardı sımsıkı..
Marketten çıkan kadın, kızının elinden tutan tinerci kılıklı çocuğu görünce elindeki torbaları yere fırlatıp can havliyle 'kızımı kaçırıyorlar' diye bağırarak deliler gibi koşmaya başladı.
Adamın teki yakınındaki Esmer çocuğu yakaladı, anne yetişip kızını kucağa aldı.. Diğer adamlar
Esmer çocuğu tartaklamaya başladı... Ne küçük kızın 'yapmayın o benim ağbim' diye haykıran çığlıklarını duyan vardı ne de Esmer çocuğun 'ben bir şey yapmadım ' demeye çalışan sesini..
Polis Esmer çocuğu serbest bıraktı. Anne kızını okula bir daha yanlız göndermedi.
Annesinin elini tutarak giden küçük kız Esmer çocuğun durduğu o köşeye bakmakatan hiç vaz geçmedi belki bir gün ağbisi geri gelir diye..
Biricit derki kardeşlik hep devam etsin,hem gerçek hayatta hemde blog dünyasında,kimse kimseyi kırmasın,yanlış anlamasın,üzmesin,etiketlemeler yapmayalım insanlar üzerinde,bir kalp kırıldığı zaman asla eskisi gibi olmaz..
resimler dayatmalarda kayboluş bloguna aittir.(ahhhh sağ tık engeli ahhh paintle akraba yaptın beni)
hikayenin tüm hakları dayatmalardakaybolus.blogspot'a aittir.