İnsanların üzerinde etiketler vardır bilmem farkettiniz mi?Ama o etiketleri biz kendimiz koyuyoruz,bir markanın etiketi gibi insanlarıda etiketliyoruz.
Şu zengin ya bu konuyu bilir,bu fakir bu anlamaz bişeyden,bu doktor sadece sağlıkla ilgili şeyleri bilir.Bu öğretmen ya gitsinde çocuklara okulda bişeyler öğretsin.Bu temizlikçi bu ne bilecek bu konuları cahil cahil diye düşünürüz değil mi?
Değil işte aslında düşünmemiz gereken o insanların üzerindeki o etiketler değil,o insanların yaşadıkları yaptıkları şeyler.
Nereden biliyorsun blog dünyasında bu kişilerden kimler var,hepimiz zengin miyiz?yada fakir miyiz?Hepimiz bişeyleri paylaşıyoruz burada kendi halimizde kendi hayatlarımızla ilgili,yasadıklarımızla ilgili,kimseyi etiketleyipte bi yerlere varamayız.
Bu gerçek hayattada böyle,sanal dünyadada..
Gerçektede insanlar hakkında böyle düşünmüyor muyuz?Birisi gelse size deseki aaa seni gördüğüme sevindim,ne deriz bi takla atta görelim gercekten sevindin mi yada bi göbek atta görelim sevindin mi?Ben sahsen sadece kocamı gördüğümde göbek atarım sevincimden baska bişi bana göbek attıramaz.
Tabi göbek at diyen kişi işvereniniz yada müdürünüzse onun akıllı yada deli olması-bakın burdada ben bi etiketleme yaptım- farketmez.Nasıl olsa müdürümüzdür ekmeğimizi veriyo yaa hemen bi göbek atalım moduna geçer miyiz?geçeriz..
Etiketleri kendimiz yapıyoruz,tıpkı markaların etiketleri gibi,insanları tek tek etiketliyoruz..onlara etiketlerine göre davranmaya devam ediyoruz.
Sonuçtada insanları ve insanlığımızı tüketiyoruz,insanları etiketlemeyin..
Belki ben bi doktorum,belki ben bi öğretmenim,belki zenginim,belkide çok fakirim,belkide köşedeki çöpü temizleyen birisiyim,önyargı ile etiketleyip bana öyle mi davranacaksınız,yoksa yazılarımdan yasadıklarımdan tanıdığınız gibi mi davranacaksınız?
Belki belki ben..
Belkim bir kertenkeleydim
piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin
çatal matal kaç çataldım kim bilir
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım
düdük çalar hırsızlanmış polisler
ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde çağanozdum bir zaman
iki gözüm iki koltuk-eviydi
mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi
bilmem hangi keloğlanın fesiydim
bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim.
Can Yücel'in büyük üstadın harika şiiriyle bitiriyorum bu geceyi..Biricit kahve yapmaya gitti,sosyal konularla ilgili ilk defa yazan biricit bakalım daha neler yazacak?(felsefik yazılar yazacağına kocayı bulda evlen bosbos durup durup sureklı yazı yazma blogda aaa doverım patronun yok mu senın basında?)
resım alıntıdır