16 Haziran 2022 Perşembe

Doç. Dr. Şevki Işıklı ile Kuantum Yaşam Felsefesi üzerine Röportajımız



Herkese güzel enerjilerle dolu, iyiyi çektiğimiz ve iyiyi çoğaltmış olduğumuz günler diliyorum. Kuantum Yaşam Felsefesi Eğitimi almış olduğum değerli eğitmenim; Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şevki Işıklı bugün röportaj konuğum. Bir bilim insanı ve filozof olan Doç. Dr. Şevki Işıklı ile 'kuantum dünya görüşü' , 'kuantum yaşam felsefesi' üzerine çok keyifli bir röportaj yaptık. Kuantum Fiziği çalışmaları ile Nobel Ödülü almış Richard Feynman'ın 'Kuantum fiziğini anlamıyorsanız üzülmeyin çünkü kimse anlamıyor.' sözü ile aydınlanma yaşayacağımız röportajımıza başlarken; çok şaşıracağınız bir konuyu konuşacağız, üzerinde düşüneceğiz.


Herkes kuantumdan bahsediyor. Kuantum maneviyatla zengin olan NLP eğitmeleri çıktı geçen günlerde, sosyal medyada çok tartışıldı. Klasik çağdan kuantum çağına mı geçtik? 

Bilim insanları 17. yüzyıldan itibaren Newton’ın Principia adlı eserinin bir özetini yaptılar, kendi araştırmalarında Newtoncu unsurları göstermeye çalıştılar. Klasik mekanik, popüler biçimde Newton fiziği diye bilinir. Bu fizik basittir, üstelik sağduyuya uygundur. Üç hareket yasası ve yer çekimi yasasından oluşur. Newton’un evreni düzgün, yasalara uyan, tahmin edilebilir, kontrol edilebilir devasa bir makinedir. Bugün modern zihin dediğimizde de bu güçlü neden-sonuç zinciri şablonu akla gelir. Newton’dan sonraki neredeyse herkes bu şablonu kullandı. Psikolojide Freud, sosyolojide Comte, siyasette Locke, ekonomide Adam Smith, yönetimde Taylor böyle yaptılar.  

Klasik mekanikte bir sorun mu vardı ki kuantum mekaniği bu kadar popüler oldu? 

Öncelikle uzun süre sorun olduğu anlaşılamadı. Ne fizikte ne de yol açtığı dünya görüşündeki sorunlar ayyuka çıkmadan fark edilebildi. Çünkü başarısı muazzamdı. Elimizi aya kadar uzattı. Fakat Heidegger gibi filozoflar, klasik mekaniğin yol açtığı sosyolojik gerçekliği patolojik buldular. Yaşanan dünya savaşlarından klasik fizik paradigmasını, ona dayanan modern dünya görüşünü sorumlu tuttular.  

Newtoncu düşünme biçimi, içinde hiçbir gizemin ve metafiziğin olmadığı, modern denilen bir yaşam tarzına yol açtı, halk da buna katıldı. Endüstri çağı, aslında bir makine çağıydı. Ve insanlık tarihinde, o güne değin eşi görülmemiş, muazzam bir ilerleme ve zenginlik sağladı ancak varoluş biçimimiz, varlığı algılama tarzımız ve inandığımız değerlerle ilgili bugün hala uğraştığımız devasa sorunlara da yol açtı. İklim krizi, aşırı nüfus artışı, küresel eşitsizlikler, sömürgeler, yiyecek ve su kıtlığı, doğanın tahrip edilmesi, çevre kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi, popülist siyasetler, bölgesel ve küresel savaşlar, göçler, siyasi çalkantılar, ekonomik krizler… Her fail-i meçhul suçu bir zanlıya yüklerseniz günah keçisi mi bu dersiniz ama başka suçlu bulmak mümkün olmadı.  

Einstein’ın görelilik fiziği, uzay ve zamanla ilgili yeni yorumlar getirse de mekanik evren tasavvurundan taviz vermedi. Kaos kuramı da aynı şekilde.  

Bohr’un kuantum mekaniği, yeni fizik diyebileceğimiz tek teori oldu açıkçası. Görelilik veya kaos teorisinin felsefi arka planı, kuantum mekaniği kadar güçlü bir potansiyel taşımaz. Evreni karmaşık, belirsiz, öngörülemez ve kendi kendine organize olan bir bütün olarak tanımlayan, içinde özgür iradeye, faillere ve aktörlere yer veren tek kuramdır. Ne kaos ne de görelilik fiziği, yeni teknolojilere yol açmadı, sadece kuantum fiziğinin radikal teknolojik yeniliklere açık olduğunu bilmek şaşırtıcıdır.  

Devrim niteliğindeki 5G teknolojisini sağlayan silikon çip, kuantum hesaplamaya bağlıdır. Silikon çipler, endüstri çağını da Newton çağı da geride bıraktığımızı gösterecek. Kuantum mekaniği, yeni bir kuantum paradigması yaratıyor. Yeni sosyal teoriler, psikolojik araçlar ve kuantum teknolojileri gelecek, geliyor. 

 

Klasik mekaniksel dünya görüşünü biraz daha açar mısınız? 

İlk atom teorisi, İsa’dan önce yaşamış Demokritos'a aitti. Newton fiziğini aynı atomcu anlayışı bilimsel bir temele oturttu. Öyle hüsn-ü kabul gördü ki bu atomcu görüş, insanlar kendilerini, toplumsal kurumları, vücut parçalarını, zihni, sektörleri, ulusları atomik unsurlar olarak kabul ettiler. Atomcu görüşü çatallandırarak sürdüren Descartes, yıkıcı sonuçları olan kritik bir ayrım yaptı. İnsan ile doğa arasında bir ayrım koydu. İnsanın düşünen bir ruh taşıdığını iddia etti. Doğanın ise yer kaplayan atomlardan oluştuğunu söyledi. Böylece insan, doğa üzerinde tam bir aktör olmak için gereken felsefi dayanaklara kavuşmuş oldu. Doğa artık insan tarafından kullanılabilecek, üzerinde tasarruf yapılabilecek bir kaynaktır. İnsan özsel olarak doğadan ayrıdır çünkü. Benden ayrı olana karşı sosyolojik şiddete de kaynaklık etti bu modern görüş. Tanrı, insandan ayrı bir yapıda olduğundan insandan uzaklaştırıldı; bilinemez, kavranamaz, hissedilemez metafizik bir gizeme dönüştürüldü. Halbuki her şey, özce bir ve aynı kaynaktan gelir. Periyodik tablonun gizemi diyelim buna, çok havalı görünüyor. Bu havalı bütünlük ve birlik anlayışını kuantum mekaniği yeniden canlandırıyor. Ayrım bir yanılsamadır. Einstein, fiziksel parçacıkların ve parametrelerin birbirinden bağımsız, ayrık olmaları gerektiğinde ısrarcıydı. Halbuki evrende her şey, birbiriyle organik bir etkileşim içindedir. 

 

Nedir bu kuantum? Sizce insanlar ne anlamalıdır kuantumdan? 

Abartmadan söyleyeyim: Neredeyse tüm fizikçiler, fizik tarihindeki en başarılı hatta en büyüleyici teorinin kuantum mekaniği olduğunu itiraf ederler; Einstein, Bohm, Schrödinger gibi birkaç fizikçi hariç. Bu birkaç adama göre kuantum mekaniği tuhaf, hatalı, en azından eksiktir. Bu tuhaflık meselesine daha sonra tekrar döneriz istersen.  

Kuantum, insanlığın sağduyusu ile örtüşmeyen tuhaf bir fizik teorisi olarak ortaya çıktı. Alan fizikçi Mac Planck, kuantlaşma hipotezini, kuantizasyon da denir buna, 1900 yılında önermişti yani 123 yıllık bir geçmişe sahip. Planck, kuantizasyonu, atom içindeki enerjinin dışarı çıkarken sürekli bir akışla değil, kesik kesik aktığını iddia etmişti. Tabi şunu söylemek lazım: Planck, enerjinin belli bir sayının çarpımına eşit miktardaki paketçikler halinde salınımı fikrinden pek hazzetmemişti. Ama daha sonraki araştırmalar sadece enerjinin değil, atom altında belli seviyenin altındaki tüm fiziksel parametrelerin kuantize olduğunu gösterdi. Açısal momentumun, spinlerin, elektrik yüklerinin de örneğin. Planck, gönülsüzce yeni bir teorinin başlangıç hipotezini atmıştı.  

 

Sıradan insanlar kuantumu nasıl karşıladılar?  

En büyüleyici teori yüzyıl boyunca anlaşılamadı, diyebilirim. Bu anlaşılmazlığın anlaşılabilir gerekçeleri vardı elbette. Klasik mantığa dayanan eğitim paradigması, yaşlı fizikçilerin eski eğitimlerini terk etmek istemeyişi, sağduyunun gündelik yaşama egemen oluşu, akademideki camiasındaki bilimsel varsayımlar ve tutumlar bunlardan bazıları. 

Kuantum mekaniğinin yepyeni dünya görüşlerine yol açan, tam olarak söylemek gerekirse ilham veren derin felsefi çağrışımları oldu.  

Evreni oluşturan temel parçacıkların doğasına dair açıklaması ve kuantum düzeyindeki gözlemci ile gözlenen arasındaki etkileşim harikadır. Kuantum mekaniğinin ne tür felsefi sonuçlara yol açtığı sorusu, filozoflar arasında büyük bir tartışma yarattı. Aslında filozoflar arasında demek doğru değil, felsefede demek gerek. Zira, felsefeciler değil, felsefeye ilgi duyan fizikçiler onun felsefesini yapmaya çalıştılar.  

 

Kuantumun psikolojimizle ilgili bir yönergesi var mı? Sorunlarla başaçıkma kuantum yönergesi diye bir şey var mı? Kuantum psikolojisi uydurma terim mi?

Olanları tam olarak kabul etmek hem akıllıca hem de bağışlayıcıdır çünkü iyileşmeye izin verme ve keşif için yeni yollar açma avantajına sahiptir. Yıllardır ayrılmak istediğiniz eşinizden ayrılamıyorsunuzdur, harika bir anne olduğunuz halde çocuklarınızla ilişkiniz şimdilerde çok zayıftır ya da 5 yıl önce ayrıldığınız eski sevgilinizi hala özlüyorsunuzdur, 35 yaşınızdasınızdır ve harika bir işiniz vardır ama tatmin edici sevgi dolu bir ilişki özleminizi dindiremiyorsunuzdur. Zamanı bir arada kavramanız gerekir. Geçmişi, geleceği ve şimdiyi; anıları, hayalleri ve algılara aynı anda odaklanmanız. Her biri için kuantum reçetesine bakmanız gerekir. Geçmiş, tersinmezlik ilkesi gereği otantik biçimde belleğinizde yer almıştır, onu değiştirmeniz imkansızdır. Gelecek olasılık genliğini tasvir etmeniz gibi önünüzde sizin tasarım gücünüze amade bir açıklıkta durmaktadır. Şimdi ise seçim yaparsınız ve kendi evreninizde sürekli dallanıp budaklanırsınız. Dikey mi yoksa yatay mı gidecek sizin dallarınız, buna karar verin. Seçim zorunludur, yapmazsanız değişmez veya ilerlemezsiniz. Yaptığınız seçimlerin sorumluluğu tümüyle size ait değildir; sistemin bir parçası olduğunuzu idrak ederek kendinize karşı bağışlayıcı olabilirsiniz ya da şımarıklığınızı dizginleyebilirsiniz.  Sistemin alt unsurlarından birisiniz. Hatırlayın ki herkes sistemin alt unsurudur. Eğer varsa sadece evrensel gözlemci bu sistem içinde dalga fonksiyonunu kozmik ölçekte çökertebilir.  

Kuantum felsefesinin gerçeklik algımız üzerinde dönüştürücü etkisinden bahsediliyor. Nedir bu kuantum gerçekliği, kuantum dönüşümü? 

Kuantum mekaniğine göre gerçekliğin doğasını çözmek, imkânsız sudoku gibidir, nereden başlarsanız başlayın tamamen çözemezsiniz, bir yerlerde gizemli bir şeyler hep kalır. Kuantumdaki coşkunun ve eğlencenin bir kısmı bu gizemli boşlukta kaynaklanır. Gizemlerin aslında sınırlı sayıda olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olabilir. Kuantum mekaniği konuşuyorsak az sayıdaki gizemden bahsettiğimi bilmelisiniz. Dolanıklıktan, süperpoze durumlardan, kesinsizlikten, tünelleme etkisinden ve kopyalama yasağından bahsedebilirim. Hepsi gerçekten de bu kadardır.  

Einstein, 1934’te kuantum sistemlerini oluşturan parametrelerin birbiriyle dolanık olduklarını ortaya koyduktan sonra “uzaktan hayaletvari etkileşim” diyerek bu gizemler hakkındaki son kararını vermişti. Tiye almayı seçti yani. Kendi ifadeleriyle söyleyeyim: “Kuantum mekaniği saçmadır, en iyi ihtimalle eksik bir teoridir”. Atom altı dünyada neler olup bittiğini anlatacak başka ve geniş bir teoriye ihtiyacımız var, diyordu, kuantum mekaniğine değil. Bu haliyle kuram, Einstein’a çok saçma görünüyordu.  

Eğer dünyamızın bağımsız nesne parçalarından oluştuğunu düşündüğümüzde bu fikir gerçek çılgınlığını o zaman gösterir: kuantum mekaniği, bu parçalar arasında devasa mesafeler olsa da etkileşim olduğu anlamına gelir. Bohr’un yorumuna göre dünya, biz ona bakmadığımız müddetçe iyi tanımlanmış yani fizik yasalarına uygun hareket eden bir yer olmayabilir. Ancak ona baktığımızda onu düzenli, mekanik, anlaşılabilir bir yer olarak deneyimleriz. Evrenin anlaşılabilir yapıda olmadığını ima etmek gibi bir şey bu açıkçası. Bu gözlemci etkisi basitçe şöyle anlatılır: Aya bakmadığımız müddetçe yoksa hilal ya da dolunay olduğunu hatta hala orada olduğunu iddia etmek anlamsızdır; hilal mi yoksa dolunay mı diye tartışmamak gerekir. Öyleyse konuşulmayanlar üzerine susmak gerekir, diyordu. Bu yüzden Einstein’a o meşhur sözü söylemişti: “Sus ve hesaplamaya devam et!” Einstein, aksini düşünüyordu ama yanıldı. Aya baksak da bakmasak da hep orada olmayı sürdürecektir, diyordu.  

Eğer laboratuvarda bir kuantum sistemi üzerinde deney yaparsak sistem çöker. Standart kuantum mekaniğinde bu olaya çökme postulatı denir. Alternatif kuantum yorumlarında ise geriye doğru nedensellik denir yani retro-causality. Kuantum formalizminde şimdiki zaman, geçmiş ve geleceğinin kuantum durumlarının bir kombinasyonu olarak ele alınır. Elektron-pozitron yok oluşunda zaman, soldan sağa doğru işler. Elektron yok edilmez ve pozitron haline gelir ki bu da zamanın tersine işlediği anlamına gelir, diye yorumlanır. Wheeler-Feynman soğurucu teorisi, bir tür yakınsayan eş merkezli dalganın yokluğunu açıklamak için geriye dönük nedensellik ve zamansal bir yıkıcı girişim biçimi kullanır. Aslında bu dalgaların geri nedensellikle bir ilgisi yoktur. Yüklü bir parçacığın kendi kendine etki etmek zorunda kalmasın diye önermişlerdi. Stueckelberg - Feynman teorisine göre pozitron, bu yoruma göre, zamanda geriye doğru hareket eden bir elektrondur. Yoksa parçacıklar sonsuz bir öz-kuvvete sahip olurlar. Zamanda geriye doğru hareket eden elektronlar, pozitif bir elektrik yüküne sahip olacaktır. 

Wheeler ise bu kavramı, bütün elektronlar tarafından paylaşılan özellikleri açıklamak için kullandı. İşin tuhaf tarafı, kendi kendini kesen bir dünya çizgisinde bütün elektronların tek bir elektron olduğu sonucuna ulaştı. 

Zamanda geriye doğru nedensellik fikri, başkaları tarafından daha da geliştirildi. Örneğin Nambu, bunu parçacık-karşıt parçacık çiftlerinin var edilmesi ve yok edilmesine uyguladı. Nambu’ya göre hem şimdiki hem de gelecekteki tüm parçacık çiftlerinin nihai yaratılışı veya yok edilişi, aslında var olma veya yok olma değildir. Sadece zamanda hareket ederek geçmişten gelen parçacıkların yönünün değişmesidir: Parçacık iken anti-parçacık yönüne geçmesidir.  

Hemen söyleyelim: Buradaki neden kavramının gündelik dildeki, klasik fizikteki ile hiçbir ilgisi yoktur. Kuantum dünyasını anlamak için kavramların transformasyonuna ihtiyacımız var, klasik dil yeterli gelmiyor; yeni bir kökensiz dile ihtiyaç var.  

Geriye doğru nedensellik, kuantum silgi veya yerel olmayan etkileşmeler korelasyonları tanımlayan kuantum dolanıklık ile ilgilidir. Fakat geri nedensellik içermeyen kuantum dolanıklık yorumlarından da bahsetmeliyiz. Özel görelilik teorisinden yararlanarak şöyle söylenir: Hangi eylemin neden, hangisinin sonuç olduğunu evrensel olarak belirlemenin bir yolu yoktur. Mesele, farklı referans çerçeveleri sorunudur. Gözlemcinin sisteme karşı durduğu mesafe, nedeni ve sonucu farklı yorumlamayı mümkün kılar. Bu da geriye nedensellik yorumuna gerek bırakmayan bir yorumdur. Fakat şunu söylemek gerekir: Yerel olmayan etkileşimleri içermeyen veya geriye dönük kuantum iletişimi öneren teorilerin tümü, uzaktan sinyal iletmedikleri için kusurlu bulunurlar. Yani dönüp dolaşıp Standart Kuantum Mekaniğine geri dönüyoruz. Yani Bohr’un yorumuna. Yani bizim öğrettiğimiz yoruma.  

Şimdi ya uzaktan etkiyi ya da bakmadığımız müddetçe dünyanın bildiğimiz gibi olmadığını kabul etmek istemiyorsanız geriye nedensellik fena bir seçenek olmayabilir.  

 

Takyon teorisine de değinmek gerekecek sanırım burada? 

Takyonlar, aslında gerçekte var olmayan parçacıklar veya henüz gözlenebilmiş parçacıklar değiller. Bunlar süperlüminal yani ışıktan hızlı hareket ediyorlar ve geleneksel bir referans çerçevesindeki gözlemciye göre zamanda geriye doğru hareket ediyormuş gibi görünürler. Çünkü zaman ışık hızında akar. Işıktan hızlı bir parçacık, kendi uzayında zamanda daha hızlı hareket ederek zamanı normalden akışından daha da yavaşlatır, böylece zaman geriye doğru akmış olur. Tabi bunlar henüz birer hipotezdir, ispatlanması gerekecektir. Bildiğimiz parçacıkları kullanarak takyonları ispatlamak mümkün görünmez. Eğer mümkün olsaydı kuantum gizemleri şaşırtıcı biçimde çözülür, anlaşılır hale gelirdi. Einstein böyle bir parçacığa sahip olmayı çok isterdi ama bu aynı zamanda onun ikinci kere ölümü anlamına gelirdi. Genel görelilik çökerdi. Kuantumdaki uzaktan etkiyi açıklayabilirdi ama görelilik teorisinden vazgeçmek zorunda kalırdı. Bu paradoks, takyon teorisinin de açmazıdır.  

 

Tekrar tersine nedenselliğe geri dönmek istiyorum. Geriye doğru nedenselliğin kuantum parapsikolojisi ile bir ilgisi var mı? 

Geriye doğru nedensellik, önsezi gibi bazı psişik olgularda gözlenebilir. Örneğin Dunne, ta 1927 yılında yazdığı bir kitapta, ön bilişsel rüyaları incelemişti yani olaylar olmadan önce bunları gösteren rüyaları. Daha sonra Schmidt, radyoaktif bozunmanın retro nedensel psikokinezi yoluyla manipüle edilmiş olabileceğini ileri sürmüştü.  

Parapsikolojide bir başka konu ise kuantum şifa. Geriye nedenselliği dua şifasıyla ilişkilendirenler oldu. Yakın zamanlarda ise Psikolog Bem, kuantum etkisini ön sezi ile ilişkilendirdi.  

Ama bilinmeli ki bu tür yorumlar, egemen bilim camiasında metafizik zorlamalar olarak kabul edilmektedir yani bilim dışı veya sözde bilim. Hatta bazı sert bilim insanları tarafından şarlatanlık bile denildiği olur.  

 

Yakın zamanlarda kuantumu maneviyatla ilişkilendiren popülist kişiler ortaya çıktı? Ne düşünüyorsunuz? 

Baştan söylemem gerek: Kuantum mistisizmi, salt ifade olarak bile, biraz aşağılayıcı bir tarzda kuantum şarlatanlığı diye de adlandırılır. Bunu genelde klasik fizik paradigmasıyla düşünenler, evreni devasa bir makine gibi görenler, evrende gözlenebilir, ölçülebilir, beş duyu organının algıladıkları dışında hiçbir gerçekliğin var olmadığını, fiziğin beş duyu organıyla sınırlandırılması gerektiğini, metafiziğin bir tür hayal ürünü, uydurma olduğunu hatta şarlatanlık olduğunu ileri sürenler böyle derler. Kuantum dünyasının gizemlerinin şimdilik gizem olduğunu, evrende gerçek gizemlerin var olmadığını savunurlar. Biz bunlara materyal gerçekçiler diyoruz. Materyalist gerçeklik ise duyulabilir bir evren demektir. Duyulabilir gerçekliğin ölçütü ise ölçülebilir, deneyimlenebilir, gözlenebilir olmaktır.  

 

Kuantum maneviyat denince ne anlaşılıyor veya ne anlamalıyız? 

Bilinci, benliği, zekayı, ruhsallığı, tasavvufu örneğin, ölümü ve ölümsüzlüğü, yaratmayı, sevgiyi, aşkı, telepatiyi, sezgiyi, empatiyi, toplumsal bütünlüğü, trans veya vecd halini, astral seyahati, mistik ve manevi tecrübeyi, rüyaları yahut da bedensel örgenleşmeyi veya diğer parapsikolojik olguları kuantum mekaniği yorumlarıyla ilişkilendirdiğinizde ortaya çıkar. Kuantum maneviyatçılar; psikolojik, ruhsal ve manevi olayları, kuantum mekaniğine başvurarak açıklamaya çalışırlar. Metafizik inançlar için fiziksel temel arayışı da eşlik eder bu arayışlara. Fizikçilerin çoğuna göre, kuantum mistisizmi sadece ifade olarak bile bir şarlatanlık kisvesi altında yürütülen bir popülist bir etkinliktir. Bu fizikalistler, fizik ile metafiziğin bir araya getiren her şey şarlatanlıktan başka ne olabilir ki diye düşünürler. Einstein’ın tavrı çok nettir. Der ki “Hiçbir fizikçi buna inanmaz. İnansa fizikçi olmaz.” 




 

Mistisizme ilgi duyan bir kuantum fizikçisi yok muydu? 

Aslında vardı. İlk kuantum mekanikçilerinden Heisenberg, Hindistan mistisizmine derinden ilgi duyardı, kendisine “Buda” lakabını taktığı bile söylenir. Bu arada Heisenberg’in Fizik ve Felsefe adlı kitabı Türkçeye çevrildi. O kitapta mistik izlere hiç rastlamazsınız. Kopenhagen Yorumu, bugünkü mistisizme kaynaklık eder fakat o yorum aslında matematiksel formalizmden türetmiştir, mistisizmden değil. Bohr’un şu sözünü hatırlarsınız: “Sus ve hesaplamaya devam et!” Mistikler ise olup biteni değil, olup bitene eşlik eden, kaynaklık eden veya yön gösteren mistik bir fazlalık, hadi yeri gelmişken söyleyelim, fazilet yani üstünlük görürler. Belki de gerçekte evrenimiz, duyulabilir olandan daha fazlasını içerir fakat bizler bir tür duyusal indirgeme yaparak, sezgiyi devre dışı bırakarak bu fazlalığı, fazileti ve üstünlüğü deneyimleme fırsatını tepmiş oluruz. 

Hindistan mistisizmine ilgi duyan tek kişi Heisenberg değildi. O meşhur kedi düşünce deneyini geliştiren Schrödinger, Hindistan’a yolculuk yapmış, bazı Budist anlatılardan etkilenmişti söylentilere göre. Kedi deneyini de Budist efsanelerden esinlenerek tasarlamıştı. Fakat ironik birçok anlamlılık içinde Schrödinger, mistik kaynaklarını kuantum mistisizmini yok etmek için kullanmıştı. Kedi deneyini, kuantumun sağduyuya ne kadar aykırı olduğunu gösterebilmek için tasarlamıştı. Yani mistik eğilimleri, kuantum mekaniğindeki mistik havayı koklayabilmek ve kokusunu aldığı mistik unsurları kuantum fiziğinden kapı dışarı etmek için kullandı diyebilirim.  

Seife’ye göre bilinç, kuantum süreçlerine katılan bir aktördür. Wigner, bilinçli gözlemcinin kuantum mekaniğinde rol oynadığın öne sürdü, kuantumun zihin-beden sorusu ile ilişkisini göstermeye çalıştı. Gerçi sonradan pozisyonunu değiştirdi, bilincin rolünü reddetti.  

Einstein, Bohr'un mistisizme karşı pozitif tavır içinde olduğunu ima etmiş, Pauli’nin ise fiziğe mistik hipotez yerleştirdiğini iddia etmişti. Bohr, adını temize çıkarmaya çalıştı ama başarmadı sanırım.  Bohr, 1927 yılında, kuantum mekaniğinin bilinçli bir gözlemci gerektirdiği hipotezi reddettiği söylenir. Fakat bilinci anlamak için kuantum mekaniği yasalarının bir türevine ihtiyaç olabileceğine inanmayı sürdürdü. Mistisizmi doğrudan savunmasa da Bohr, bilinçli gözlemci hipotezinin fiziğe yeni bir bakış açısı katabileceğini düşünüyordu. 

Doğu mistisizmini, parapsikolojik olayları, transandantal meditasyonu örneğin, kuantum fiziği ile açıklama girişimleri, 1970’lerdeki New Age’in bir ürünüdür. Koestler ve Leshan gibi yazarlar öne çıktı. Kuantum çağında manevi bir krizle karşı karşıyayız. Lance Moore’un dediği gibi, bir yanda aşırı kökten dincilik, diğer yandan bilimsel ateizm, öte yanda Y kuşağın arasında yaygınlaşan şüphecilik. Karl Marx'ın iddia ettiği gibi artık din değil kitlelerin afyonu; uyuşturucular.  





 

Kuantum düşünme gücü, süper güç mü gerçekten? 

Münzeviler, mistikler, dünyanın geçiciliğini idrak etmiş umursamaz yaşlılar bize bilge gibi görünürler. Kuantum düşünme becerilerini geliştirmek, bir olayın her yönden görebilmek demek. Sanırım, eleştirel ve yaratıcı düşünmenin okullarda öğretildiği bir çağda, bulanık düşünme ve kuantum düşünmenin öğretilmesi epey gecikti. Bu gecikmenin anlaşılır gerekçeleri var fakat daha fazla bu klasik paradigma tahakkümüne boyun eğemeyiz. NLP ve şifa dağıtıcılarının tekeline terk edilmiş. Parapsikolojik vakaları bilimsel yöntemle ele alacak bir postmodern bilime geçiş için toplumsal talepler ve fiziksel kuramlar çağımızı zorluyor.  

 

Peki, ya kuantum nöroloji, kuantum beyin? 

Bilişsel süreçlerin altındaki fizik, kuantum mekaniği olabilir. Burada önce biyolojiden kimyaya, sonra kimyadan fiziğe geçen bir dönüşüm kuralı işletilir. Biyolojik olanlar fizikseldir, öyleyse fizik yasaları belirleyicidir. Canlılığın biyo-psişik yasaları diye, fizikten bağımsız yasaları yoktur bu görüşe göre. Bilinçli olarak yaptığımız şeyleri düşünün! Hıfzetme, belleme, hatırlama, imgelem, hayal kurma, rüyalar, matematiksel çıkarımlar, akıl oyunları hatta şizofreni, depresyon ve benlik öz saygısını… Tüm bunlar için yeni bir fiziğe zaten çoktandır ihtiyaç duyuluyordu. Fizikalist ve hesaplamalı paradigma yetersiz kalıyordu. Kuantum bütüncüllüğü ve yerel olmayan ektileşmeler beynin bilişsel aktivitelerini açıklayabilir, deniyor bu kuantum nörologlar tarafından. 

Fisher, teorik fizikçidir kendisi ve Nobel almıştır, fizikçilerin kaçındığı soruyu bilimsel olarak yeniden aldı. Beyin kuantum fiziğini kullanıyor mu, sorusunu yeniden sordu. Bu bir şarlatanlık test sorusu değil. Fisher’a göre kesinlikle evet. Daha önce de matematikçi Penrose aynı soruyu çeşitli açılardan ele almıştı. Klasik hesaplama modelinin düşünce ve bilinçliliği açıklayamadığını iddia etmişti. Kübitlerin süperpoze durumda olmadığında, birbirlerinden uzakta olduklarında bile birbiriyle uzaktan etkileşim halinde olmalarını sağlayan dolanıklık beynin tuhaf görünümlerini açıklayabilir.  

Beyinin kuantum fiziği demek, basitçe aynı anda iki farklı yerde bulunma, iki çelişik durumda bulunma, uzaktan etkileşen parçacıkları hesaba katıyorsun demektir. Klasik paradigma, nöronlar arasındaki snaptik sinirsel bağlantılarla açıklıyor her şeyi. Fisher’a göre, sinirbilimsel nörolojik paradigma kafa karıştırıcı ve yeterince açıklayıcı değil, kuantuma ihtiyaç var.  

Nörokuantoloji, nöronların yapısını oluşturan protein tüplerinin, bunlara mikrotübül deniyor, aynı anda iki farklı şekilde olabileceğini gösterir, yani süperpozisyonlarında var olabiliyorlar. Öyleyse süperpoze ilkesini kullanıyorlar. Beyin buarda klasik bitleri değil de böylesi durumlarda kuantum bitleri yani kübitleri kullanıyor olmalı. Harika bir teşebbüs beynin sonsuz gücünü açıklamak için.  

Beyin gücüne, süperpozisyondan sonra bir de uzaktan etkiyi, dolanıklığı ve bütüncüllüğü ekleyin. O zaman şölen dört kat artar. Sinyalleşmesiz uzaktan etki, sistemin alt unsurları arasında gözle görünmez haberleşmeler, sistemin her bir unsurunun sisteme giren her şeyden anında haberdar olması… Bunları düşününce beynin harikalar dünyasını ancak kuantum fiziği ile açıklayabileceğine inancınız artar.  

Ama işler söylendiği kadar kolay olmaz. Hem süperpoze durumlar hem de dolanık çiftler, çok kırılgandırlar. Dış etkilere karşı ip cambazlığından daha hassas denge üzerinde durular. Kuantal sistemlerde minik değil, minicik etkiler, sistemi tedirgin eder. Çok hassas sistemler bunlar. Ufacık ısı değişim, titreşim veya ölçüm girişimi bozucu, dönüştürücü etkiye sahiptir. Eş evrelilik bozulur, eş evresiz yani klasik bir durma yükseltgenir. Bilgileriniz pufff… Buhar olup gider.  




 

Kuantum düşünce moduna geçiş eğitimle mümkün mü? Kuantum düşünce tekniği, kolayca ve kısaca öğrenilebilir mi? 

Kuantum mekaniğini öğrenmek, dünyaya bakışımızı kökten değiştirebilir. Çoklarının değiştirmiş görünüyor. 10 saatlik bir eğitimle, iki günlük bir devrimci bir eğitimle kuantum mekaniği perspektifi kazanılabilir. İki günlük başlangıç eğitimi, sizi harekete geçirebilir. Düşünme biçimimizin saf ve doğal olmadığını öğrenmek sizi üzebilir. Ama siz üzülmeyin. Çünkü herkes böyle düşünür. Önemli olan belli tarzda düşündüğümüzü kavradıktan sonra başka tarzda düşünebileceğinize inanmaktır. Kuantum, onu öğrenenler üzerinde dönüştürücü, derin etkilere yol açar.  

 

Kuantum düşüncesi nedir? İnsana, belli düşünceleri mi, belli tarzda düşünmeyi mi öğretir? 

Kuantum fiziğini öğrenmek zor olabilir fakat kuantum mekaniğini anlamak zannedildiği kadar zor olmayabilir. Öğrenmenin önemli bir kısmı, kendini deneyimlerinin farkına varmakla, yerleşik hale gelmiş bakış açılarını, sağduyu denilen önyargılarını masaya yatırmakla başlar. Terk etmeye cesaretlendirilen bakış açıklarının başında iki değerli mantıksal çıkarımlar bulunur. Kesinlik arzusu ve egemenlik dürtüsünü kontrol edebilmek, ardından açık seçiklikten taviz verebilme erdemine yönelmek gerekir. Kuantumun gizemlerini, masalsı bir dünya içinde kalarak tasavvur edebilirsiniz. Bu bir fizik fakat onu zihinde yeniden tasarlamak için yaratıcı hayal gücüne ihtiyacınız olacak. Klasik dualiteyi anlamak kolaydır; doğru-yanlış, büyük-küçük, kadın-erkek, merkez-çevre, efendi-köle vs. Fakat kuantum dualitesi bambaşka bir şey söyler: Tümlerlik, eşlenik, tamamlayıcılık gibi kavramlara başvururuz. Aynı anda biri olmadan diğeri var olamayan bir tamamlayıcılık. Fakat ikisinin birden aynı anda deneyimleyememe hali. Heisenberg kesinsizliğini hatırlayın. Momentumu kesin biçimde ölçmek isterseniz, eşlenik parametresi olan konumu o ölçüde bulanık ölçersiniz. Kuantum dualiteyi oluşturan eşlenik parametreler, örneğin dalga ve parçacık davranışları eşlenik parametrelerdir. Kendinizi yıkmaya hazırlamanız gereken önyargı, dual özelliklerin onlara bakmadığınız sürece üst üste binmiş olduklarıdır. Canlı ve ölü kediyi hatırlayın. Bakmadığınız sürece kedi bu süperpoze durumda bulunur. Böyle garip bir mevcudiyet fiziği yaratır kuantum düşünme tarzı. Dualiteyi anlamadan, kuantum düşünme tarzına sıçramanız pek olası görünmez. 



 

 

Klasik düşünme tarzından nasıl ayırt edeceğiz? 

Klasik düşünme, Derrida’nın şatafatlı biçimde adlandırdığı yapısökümcü teknik içinde belirgin hale getirilip yapısı sökülür. Tüm sistem, ikili karşıtlıklardan oluşur; karşıt çiftlerden biri merkezde, öbürü çevrededir. Merkezdeki iyi, güzel, yüce ve kutsal iken çevredeki kötü, çirkin, adi ve profandır. Klasik düşünme doğruya yakınları doğru, yanlışa yakınları yanlışa indirger. Bir taraftan doğadaki gündüz ve gece arasındaki şafak ve grup vakitlerini yok eder. Diğer taraftan gündüzü gün ortasına, geceyi gece yarısına sabitleme konusunda baskıcı olur. Diktatörcedir. Hoşgörüsüz, kuralcı, mutlakiyetçidir, hiyerarşiktir, merkeziyetçidir. Tüm bu kavramlar karşıtlarıyla sıkı bir mücadele halindedir hem felsefede öyledir hem de toplumda. Hem psikolojide çatışmacıdır hem de sosyal psikolojide. Ama ikili düşünme tarzı her halükârda düşünme yeteneğini sınırlandırır.  

Sosyal medyada insanların kendileri gibi düşünen, inananlarla arkadaşlık etmeleri, zaman içinde bir yankı odası oluşturur. Beğenmediklerinizi, eleştirenleri, farklı görüşte ve inançta olanları takipten çıkarırsanız, takip etmezseniz veya etkileşime geçmezseniz kendi sesinizi dinlersiniz. Klasik kümeler burada açıkça görünür. Kendi sesini yankısını dinlemenin verimsizliği ile karşı karşıyasındır. Yankı odandan çıkıp düşünce yelpazesindeki tüm görüşlere kendini açmalısın. Ötekine karşı empatini artır, varlığa karşı sempatiye dönüştür. Kendini ırkının, bölgenin, kabilenin, sosyal grubunun bakış açısıyla sınırladığını fark et ve bu sınırları terk et. Farklı, başka, yabancı olanı öğrenmeye başla. Böylece kuantum düşünme tekniğinde empati, uzlaşma, iç içe geçme, sınırların bulanıklaşması, olasılıkların hesaba katılması ve yatay örgütlenme senin önünde olasılık genliği olarak serilir.   




 

Modern düşünceyi, klasik mekaniksel düşünme tarzını terk et diyorsunuz. Bu ayrılmanın insani varoluşumuza katkısı nasıl olacak? 

Kalıpları, alışkanlıkları, bağımlılıkları düşünün. Özgürlüğünüzün duvarlarını onlar örerler. Yaşamlarımızı, eskilerin bedenlerinden çıkarıp bize bir tereke olarak bıraktıkları bir tarz-ı hayat içinde sürdürmek size de ikinci el yaşam sürmek gibi gelmiyor mu? Yaşlılık gelip çattığında, beden güçten düşüp arzular söndüğünde, benlik kendini yargılamaya başladığında yaşadığınız hayattan tatmin olacak mısınız? Parmak izleriniz biricikken nasıl olur da aynı yaşamı sürersiniz. İstekleri, tutkuları, acıları, ağıtları, sevinç nidaları ve rüyaları bile aynı olan ikinci bir yaşam sürmek, kendini kalıplara sokmaktır. Halbuki insan, sonsuz olasılıkları bünyesinde barındırır ve potansiyelini edimselleştirmesi umulur. Yaşamın gerçek cazibesi bu umuttur.  

 

Kuantum, bilinci açıklayabilir mi? 

Beynimizdeki protein tüpleri, birer kuantum cihazı gibi davranırlar. Birlikte çalıştıklarında, ortalama insana belirli bir düzeyde kuantum farkındalığı verir. Bazı teorilere göre bilinç, kafatasımızın içindeki beynimizde bulunmaz, başka bir yerde, belki de kalptedir. Kuantum dolanıklık, beyin ile bilinç arasındaki veri transferini sağlıyor olabilir.  

 

Kuantumun dinle bir ilgisi var mı? 

Güzel soru. Teolojik sorular bana hep ilginç gelmiştir. Genelde bilim ve din, tamamen farklı şeylerdir. Bilindik ve ters bir eleştiri şudur: Kuantum mekaniğine dair tutku, bilimden ziyade dine benzer. Din gibi, kuantum mekaniği de en başından beri yoruma açık olmuştur. Teistik dini sembol ve metinlere yapıldığı gibi, kuantum mekaniğine sıkı sıkıya bağlı olanlar bile, atom altında ir bildiklerimizin ne anlama geldiğini, yani nasıl yorumlayacaklarını bulmaya çalışıyorlar. Öte yandan kuantum mekaniği, evrenin nasıl çalıştığına dair son alternatif açıklama modeli olarak dinin yerini aldı. Fakat anlaşılma sorunu yaşıyor. Kutsal metinler üzerine yapılan tartışmanın bir benzeri, kuantum fiziği üzerine yapılıyor. Tartışmalar yeni bilim mezheplerini bile yaratmış durumda. Gizli değişkenler Yorumu, Grup Yorumu, Kopenhag Yorumu, Çoklu Dünyalar Yorumu… 

Bazıları kozmik bilinci, tanrı ile özdeşleştirir. Tanrı evreni yaratır, yaratmasında daimidir, sürekli yaratır. Evrenin mevcudiyetini sürdürmesi tanrının sürekli gözetimi ve bakımıyla, ilgilenmesiyle mümkündür. Kuantum teolojileri, kuantal sistemlerin evriminin gözlemci etkisine bağlandığı çökme postulatına dayanır. Vücudun mevcudiyeti, belli bir uzay zamanda ortaya çıkışı, var oluşu yani, birinin onunla ilgilenmesine bağlanmış. Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur diyen atasözünü biraz değiştirerek söyleyeyim: Bir kuantum parçacığı, ona baktığında parça, bakmadığında dalga olur. Baktığında olasılık genliği, Schrödinger dalga denklemleriyle tasvir edilir. Gözlemci dalgayı çökertir. Kuantumun sanal gerçekliği, gözlemci etkisiyle reel gerçekliğe dönüşür. Kuantum teolojilerinde tanrı, evreni sürekli gözlemleyerek devinmesini, daha doğru bir ifadeyle bir evreden sonraki evreye geçmesini sağlar.  Bu kuantum teolojilerinin sadece bir aspektidir 

Kozmik bilinç olan tanrıya bireysel bilinçlerle katılırız. Tanrı merhamet nazarıyla evreni temaşa ederken onu varlıkta kalmasını sağlar. Bireysel bilinçlerimizle bizler, bilinçli her tercihte, her seçimde bu kozmik bilince katılırız. Böylece parça, bütüne katılır, parçacık çiftlerindeki gibi aralarında dolanıklık ilişkisi oluşur. Bireysel bilinçlerimiz, kozmik bilincin bir uzantısı oluverir. Neşet Ertaş’ın “Aynı vardan var olmuşuz!” dediğini hatırlayın. Böylece birbirimizi ve evreni anlamanın yeni bir yolu önümüzde açılıverir. Düşünme gücü doğru kullanıldığında kendimizle ve çevreyle sonsuz bağlar kurabiliriz. Düşünme becerilerimizi geliştirmekten bahsetmiyorum, onları bir sonraki evreye geçirmekten, level atlatmaktan bahsediyorum.  

Kuantum düşünme, zihnin bir sorunu her yönden görme yeteneği kazanmasıyla edimselleşir. Meseleyi etkileyen farklı çerçeveleri görebilmek, aynı anda birden fazla çelişik görüşü kavrayabilmekle ilgilidir. Nietszche’ye telmihen söyleyeyim: Doğru ve yanlışın ötesine geçmekle mümkün olur.  

İsteseniz de hemen kuantum düşünmeyi aktif edemezsiniz. Hemen bu mülakatı okumayı bitirir bitirmez başlasanız bile yıllar alabilir. Bambu ağacının büyüme hikayesi gibi düşünün. Toprak altında geçen uzun yıllar, sonra birden eşi görülmemiş bir büyüme. Kuantal düşünmeye başlarsanız klasik düşünenler tarafından anlaşılmazsınız. Çok karmaşık düşünüyorsun denir, düşünme biçimin grift. Fakat verdiğiniz kararlar efektif, sürdüğünüz yaşam göz alıcı olur. Szabo’nun dediği gibi: Argümanlarınız, onları oluşturan alt argümanlardan biriyle çelişebilir fakat siz yine de ikisini birlikte düşünmekten geri durmazsınız. Ve karar verirsiniz. Çelişki, zaten psişik ve toplumsal yaşamın içinde uzun zamandır vardı. Fizikte yoktu. Şimdi matematik ve fizikte bu gerçekliği deneyimliyoruz.  

Descartes, zihni metafizik bir şey olarak, tanrı ile aynı tözden yapılı olduğunu düşünüyordu. Ona göre zihin ruhsal, tinsel bir şeydir. Beden, maddi tözdendir. Kartezyen felsefe, doğa araştırması için nesnel bir başlangıç koşulu oluşturdu ama zihni metafizik hale getirerek onun araştırmasını geciktirdi. Kuantum mekaniği bu dualiteyi aşar, beden ve zihni, gözlemci ile gözleneni aynı sistemin alt bileşenleri haline getirir.  

Roger Penrose, Orkestralı İndirgeme Teorisi’nde, bilinç ile fizik arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalıştı. O meşhur kitabını hepimiz biliriz, Kralın Yeni Usu’nu. Kral fiziktir, fiziğin yeni usu ise kuantum bilinçtir. Penrose, beynimizdeki mikrotüp denilen protein tüplerinin kuantum bilinci düzenleyen kuantum cihazları olduğunu söylüyor. Yakında zamanda bilinci incelemek için Penrose Enstitüsü’nü kurdu.  

 

Parelel evrenlerde miyiz? Çoklu dünyalarda mı yaşıyoruz? 

Kuantum mekaniğini birbirinden tuhaf yorumları yapıldı. Çoklu evrenler veya paralel evrenler çok popüler bir literatüre sahip. En makul yorum budur, diyenler bile var. İnsanların kuantum ilgisinin bir kısmını tek başına taşıyor diyebilirim. Üzerine bolca spekülasyon yapılmış, çokça yanlış anlaşılmış bir mesele.  

Müsaadenizle etimolojik bir analiz yapayım. Evren-kozmos etimolojik olarak bir ve bütün anlamına gelir; içinde her şeyin bulunduğu devasa yapıya evren denir. Var olan her şeyi anlam ve pragma olarak bir araya getirir. Var olan her şey, evren sözcüğünün içleminde yer alır. Hiçbir terim onu kaplamaz yani. Belki çoklu dünyalar diyebilirsiniz. Kozmolojik açıdan birçok kâinatın var olduğunu düşünmek… Bir tür evren koleksiyonu yani. 

Fizikçiler, paralel evren dediklerinde, fiziksel olarak bizim evrenimizden bağımsız, bizimkinden farklı fizik yasalarına sahip bir varlık bölgesini kastederler. Belki de bu paralel evrenlerin birinde elmalar ağaçtan düşmezler, göğe doğru yükselir giderler; uzay 10 boyutludur; suyu insanı boğmaz, ateşi yakmaz belki de.  Kozmolojik çoklu evren teorisi, bu fantezi yüzünden ortaya çıkmadı. Açıkçası fizikçilerin böylesi fantezileri yoktur, onlar edebiyatçı ya da sosyolog değiller. Sicim teorisi yüzünden ortaya çıktılar. Fakat henüz spekülasyon bunlar.  

Kuantum mekaniğinin çoklu "dünyaları" ise tamamen başka bir şeyi söyler. Kuantum mekaniğinin en basit versiyonundan, süperpoze durumlardan doğarlar. Bir süperpoze durumda elektron hem spin yukarı ve spin aşağı olarak olasılık dalgasında tasvir edilir.  

Einstein, dalga fonksiyonunun parçacığın henüz ölçülmemiş bir özelliğini tasvir ettiğine inanıyordu. Bu bir sorundur çünkü baktığınızda ve bakmadığınızda dalga fonksiyonu farklı ilerler.  Sistemi ölçtüğümüzde, dalga fonksiyonu bir süperpozisyon çöker, aniden spin-yukarı ya da spin-aşağı gibi bir duruma indirgenir. 

1950’lilerde Everett, ölçüm sonunda sadece birini gözlemiş olsak bile aslında hem yukarı spinin hem de aşağı spinin varlıklarını devam ettirirler dedi. Fakat birbiriyle etkileşim halinde olmayan farklı kuantum dünyalarında. Böylece her ölçümde kuantum dünyası dallanıp budaklanır. Siz, spin yukarı dünyasında yaşarsınız ama spinin aşağı olduğu diğer kuantum dünyası varlığını sürdürür.  Ama onlarla iletişim kuramayız. Çoklu dünyalar, beni yorumuma göre potansiyel – virtüel dünyalardır. Sanal olarak hala kuantum dünyasında mevcutturlar.  

 

Bir örnek verebilir misiniz? 

Aslında çok basittir. Gündelik tercihlerinizi düşünün. Biriyle evlenmeye karar verdiniz. Artık bayan X ile evli bir yaşam sürersiniz. Ancak Bayan Y ile evlenebilirdiniz. Zaman geçtikçe acaba Bayan Y ile evlenseydim nasıl bir yaşamım olurdu diye merak etmeye başladınız. İşte, kuantum çoklu evrenleri sizin bu merakınızın fiziksel bir temel sağlıyor. Aslında Bayan Y ile de bir evlilik yaptınız fakat o başka bir kuantum dünyasında sürüyor. Böylece siz, çoklu yaşamlar sürüyorsunuz. Birkaç kuantum ahlaksızlığı işte diyerek geçiştirebilirsiniz bu meseleyi. Ne de olsa asla mahkemede aleyhinize kanıt olarak kullanılamazlar. Seçim skalasında yer aldığı halde seçmediğiniz alternatif dünyalara erişilemez.  

 

Ölçüm yaparak dünyaları çoğaltıyor muyuz? 

Everett, kuantum dünyalarını aslında çoğalmıyor, yeni dünyalar ilave etmiyor. Çünkü ona göre zaten oradaydılar. Orada olma olasılıklarını dalga denklemini yazmaya başladığımızda görmüştük.  

 

Siz ne düşünüyorsunuz, gerçekten var mı? 

Benim yorumuna göre aslında alternatif dünyalar sizin için yoklar. Gerçekte de yoklar. Gerçek, içinde yaşadığımız dünya ise yoklar. Seçmeyerek onu yok ettiniz. Ama zamanda yolculuk yapar ve seçim anına, oy kabinine bir kere daha girebilirseniz Bayan Y’i seçersiniz ve nasıl bir yaşamınız olduğunu görürsünüz. Orada, olasılıklar dünyasında Bayan Y ile yaşam saklı olabilir. Şunu kesin biçimde söyleyebilirim: Bayan X’ten ayrılıp Bayan Y ile evlenseniz de bu aile yaşamı artık Bayan X’i seçtiğiniz başlangıç koşulları ile aynı değildir. Kısaca söyleyeyim. Bayan X’i seçtiğiniz anda, Bayan Y’li dünyayı yok ettiniz, ebediyen yok ettiniz. İkinci seçimi yapan da önceki siz değilsiniz. Başka biri olarak Bayan Y’i seçebilirsiniz. Bayan X’le yaşamış biri olarak bir seçim yapacaksınız. 

Bir de şu var: Everett’in alternatif dünyası varsa bile onu ispatlayamazsınız, yanlışlayamazsınız da. Matematikten başka bir kanıtınız yoktur.  

 

Kuantum teknolojiler ne durumda? 

Kuantum teknolojiler, su gibi sızmaya başladı dijital teknolojilere; büyük veri, Nesnelerin İnterneti, makine öğrenmesi ve kuantum şifreleme teknolojilerini benimseyen güvenli bir iletişim ürününü birleştiren oldukça yeni kuantum bulut uygulamaları, daha güvenli kuantum iletişim, hızlı şarj teknolojileri, yüksek kapasite teknolojileri, kuantum cep telefonları, mükemmel görüş etkisi yaratan teknolojiler, olağanüstü net baskı etkisi yaratan kuantum yazıcılar gelmek üzere. 2015 yılında kuantum tabanlı yeni internet teknolojilerinin ilk adımı atıldı. Birçok uzman bu başarıyı, kuantum araştırma ve geliştirme konusunda dünya çağında bir dönüm noktası etkisi yarattığını düşünüyor.  

 

Teknolojide kuantum fiziği ile neler yapılabilir? Kuantum fiziğinin teknolojik potansiyelini öngörebiliyor muyuz? 

Gerçekten de neredeyse her şey. Kuantum teknolojilerinin temeli kuantum hesaplamadır. Bu klasik hesaplama, bulanık hesaplama, matris hesaplama gibi özel kuralları olan bir işlem. Kuantum hesaplamanın esprisi şu: Bir parçacık, gözlem yapılmadan önce kendi haline iken tam olarak ölçülemez ve birbirinden ayırt edilemez çok sayıda faz durumunda bulunur. Çok sayıda formu işgal eder. Olası durumların üst üste binmesi yani süperpoze durum, atom altı parçacıkların birbiriyle dolanık olduğu anlamına gelir. Kuantum hesaplama, parçacıkların aynı anda birde fazla formda bulunabilecekleri gerçeğine dayanır. Klasik hesaplama 0 ve 1’lerden oluşur. Bunun anlamı şudur: Bir parçacığın ya buradadır ya da değildir. Bir bitlik bilgi, “evet veya hayır” bilgisini içerir; evet ise hayır değildir, hayır ise evet değildir; buradaysa başka bir yerde değildir, başka bir yerde ise burada değildir. Başka bir ifadeyle bir bitlik bilgide iki parça bilgi bulunur. Bir kübitlik bilgi ise “evet ve hayır” bilgisini aynı anda içerir; “evet, hayır, evet ve hayır” şeklinde üç parça bilgi bulunur. Kübitler, sahip olduğumuz bilgi işlem gücünü artırırlar.  

Kuantum kriptoloji yani kuantum şifreleme kuantum atlılarından biri teknoloji alanında. İlkece kırılamaz şifreler yapmanın bir tekniği.  Süperpoze olarak kodlanmış verilerin transferi esnasında sisteme sızma anında fark edilir ve mesajın içeriğine, yetkisiz kullanıcı erişemez çünkü sistem, gözlem anında çöker. Teknolojik olarak bunları yapmanın güçlüğünden bahsettim. Kuantum atlılarından bir diğer ise dolanıklıktır. Uzaktan, sinyalleşmesiz veri transferini mümkün kıldığından epistemolojik olarak, sinyalin bozulması ve araya yetkisiz hackerların girmesi mümkün olmaz. Kanal olmadan enformasyon iletiminden bahsediyoruz. Dolayısıyla kanal, kanal kapasitesi, gürültü, kodla çözümü gibi klasik enformasyon süreçlerinin hiçbiri, kuantum bilişimde söz konusu olmadığından tehdit ve sorunlarda yoktur.  

Böyle bakıldığında kuantum, teknolojiyi gizemli hale getirmenin bir yoluymuş gibi görünür. Echo’dan, gigantic’ten, mekanizmden şikayet eden Heidegger, şimdi biraz daha rahat uyuyabilir mezarında. Modern teknoloji, Heidegger’in yaşarken beynini, ölünce de kemiklerini sızlatmaya devam ediyordu.  

 

Gidip bir kuantum bilgisayar alabilir miyiz?  

Üzgünüm, çok zengin olsanız da bunu yapamazsınız. Süper kuantum bilgisayarlar henüz piyasada yoklar. IBM Q Experience gibi mikro bulut işlemciler üretildi fakat lokal test aşamasındalar. Yapıldığında da birden yaygınlaşması beklenmiyor. Çünkü kuantum hesaplama, mevcut şifreler ve anahtarlar için tam bir yok etme makinesi olarak kullanılabilecek. Diğer taraftan kırılamaz şifrelemeler ve hızlı çözümler, hızlı aramalar için kullanılacak. Bu da paradoksal yanı kuantum devriminin.  

 

Bu kuantum bilişim tehdidi ne kadar ciddi? 

Kuantum bilgi işlem, Demokles'in kılıcı gibi siber güvenlik dünyasının üzerinde asılı duruyor: Her zaman büyüleyici, her zaman ulaşılmaz ve her zaman belli belirsiz bir tehdit bu. Kuantum hesaplamanın klasik kriptografi yeteneklerini yok etme gücü, çoktandır teorik olarak ön görülüyordu. Kuantum hesaplamanın gerçekleştiği her adımda güvenlik uzmanları için siber tufan bir adım daha yaklaşmış oluyor. Uzmanlar sıkça bir araya gelip bu meseleyi ele almaya başladılar.  

 

Kuantum teknolojiler hayatımızda yer alacak diyorsunuz, yakın da olsa bir gelecekten bahsediyorsunuz. Aslında henüz geliştirilmedi de diyorsunuz. Kuantum teknolojiler, aradan 120 yıl geçmesine rağmen neden hala geliştirilemedi? 

Kuantal sistemler aşırı hassastır. Kuantum teknolojileri tasarlama girişimlerini engelleyen, geciktiren başlıca unsur bu kırılganlık. Soğutulmuş ve yalıtılmış koşullarda bile kubit ağlarını, hünerlerini sergileyecek kadar hayatta tutmak zor. Ama yine de kuantum çağı yakında gelecek. Beklenti, gelecek 10 yıl içinde sağlam bir başlangıç noktasının oluşacağı yönünde.  


Değerli eğitmenim Doç. Dr. Şevki Işıklı'ya bu muhteşem röportaj için çok teşekkür ediyorum. Zaman ayırdığınız, görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Çok ayrıntılı bilgi ve yorumlarınız minnettarız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder